2002 genel seçimleri öncesi Kanal D ekranlarında yayınlanan “Genç Bakış” programına konuk olan Erdoğan’a bir öğrencinin yönelttiği “Bildiğimiz gibi ülkemizde de gey ve eşcinsel vatandaşlarımız var.
Diğer Avrupa ülkelerinde olduğu gibi evlilik hakları gibi haklar tanımayı düşünüyor musunuz? En azından bu konuda kişisel olarak ne düşünüyorsunuz? Bu tarz haklar tanınmalı mı, tanınmamalı mı?” sorusuna, Erdoğan, “Eşcinsellerin de kendi hak ve özgürlükleri çerçevesinde yasal güvence altına alınması şart. Zaman zaman bazı televizyon ekranlarında onların da muhatap oldukları muameleleri insani bulmuyoruz” cevabını vermişti.
Peki, ne değişti de 18 yıl önce “Yasal güvence şart” diyen Erdoğan, Bakanlar Kurulu Toplantısı sonrası LGBTİ+’ları hedef gösterdi? Aslında değişen bir şey yoktu.
Çünkü AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılından bugüne kadar LGBTİ+’lar, kadınlar ve muhalif çizgide duran herkes Erdoğan’ın hedef tahtasındaydı. Kimimiz hedefin tam ortasında kimimiz belki daha uçlarındaydık fakat hedef hep bizdik. Sadece yıllarca sıramızı bekledik. Politikalarını hayata geçirmeye ve kitlesini elinde tutmaya çalışan AKP, hedef tahtasındaki kesimleri dönemsel olarak ön plana çıkarıyor.
2013 yılında baş gösteren Gezi ayaklanmaları sırasında LGBTİ+ BLOK olarak alanda yerini alan lubunyalar aslında AKP’nin ana radarına o günlerde girmişti.
2014’teki Onur Yürüyüşü’ne on binlerce LGBTİ+ ve dostlarının katılması, akabinde 2015’teki yürüyüşün yasaklanması ve polis şiddeti açık bir şekilde bize bunu gösteriyor. Aslında bizi AKP’nin radarına sokan “Gezi” değildi, Gezi’den önce de LGBTİ+ hareketi AKP ve öncesi iktidarlarında radarındaydı. Bunu 27 Nisan 1987’de Gezi Parkı’nda başlayan ve sonrasında bir evde devam eden 10 günlük açlık grevi eylemlerinden, Caretta Caretta kaplumbağları için yapılan açlık grevinden, kimlik hakları için Sıraselviler Caddesi’nde bulunan ANAP binasına kendini zincirleyen travesti ve translardan, Hortum Süleyman’dan (Beyoğlu Emniyet Müdürlüğü Ekipler Amiri), 1993’teki LGBTİ+ yürüyüşü tertip komitesi üyesi 7 kişinin evlerinin basılmasından, 2001’deki 1 Mayıs’tan ve 2003’te Terkoz Çıkmazı’ndan başlayan ve Mis Sokak’ta biten ilk yürüyüşten anlayabiliriz.
Aslında LGBTİ+ hareketini AKP’nin radarına sokan durum, geçmişte olduğu gibi bugünde de var olmak isteyişimiz ve görünürlüğümüzdür.
Farzı misal aylar öncesi yaşadığımız ve hala devam eden sağlık krizi var olan ekonomik krizi daha da derinleştirdi ve o süreçte 23 Nisan dolayısı ile Kadıköy LGBTİ+ Meclisi’nin başlattığı #LGBTİÇocuklarVardır kampanyasından rahatsız olan Diyanet İşleri Başkanlığı çıkıp LGBTİ+’ları hedef gösterdi. Kriz ile cebelleşen sistem hem bu çıkmazdan kurtulmak hem de hareketi baskı altına almak için “HIV gibi birçok virüsü bunlar bulaştırdı” diyerek hedef tahtasının ortasına bizi koydu, Erdoğan “Bu lanetlenmiş sapkınlıklara karşı milletçe birlikte mücadele edeceğiz” diyerekten bir seferberlik başlattı fakat yine de Hilal Kaplan utanmadan Sabah Gazetesi’ne verdiği makalesinde “Eşcinsellerin güven içerisinde hayat haklarını tahsis etmiş olan iktidar Ak Parti’dir” dedi.
İktidara gelmeden önce liberal politikaları ile tüm kesimlere değinmeye ve oy potansiyelini yükseltmeye çalışan AKP “Yasal güvence şart” diye vaatlerde bulunmuş olsa da iktidara geldikten sonra karşımızda duran ve hala bizi hedef gören bir iktidar olmuştur.
Her ne kadar Hilal Kaplan gibi yalakalar çıkıp da “AKP yaşam hakları tahsis etti” dese de Erdoğan’ın hedef göstermesinin ardından Beyoğlu’nda yaşanan transfobik saldırılar ve Mabel Matiz üzerinden “milli, manevi değerlerimiz ve toplumsal değer yargılarımız konusundaki hassasiyet” denilerek yapılmak istenen karalama kampanyaları bunu net bir şekilde gözler önüne seriyor.
Bu bahsedilen “hassasiyet” daha önce de bahsettiğimiz gibi onların dönemsel olarak uyguladıkları politikalarının bir parçasıdır. AKP bu politikalarını kendi kurum ve kuruluşları üzerinden topluma dayatarak LGBTİ+ görünürlüğünü yok etmeyi hedefliyor.
Oysa böyle bir “hassasiyeti” olmayan toplum bu konuda “hassasiyetleştirilmeye” çalışılıyor. Yani bir yanda “toplum hassasiyeti” diyen AKP’nin kurumlarından ÖSYM var diğer yanda böyle bir “hassasiyetinin” olduğundan bihaber olan toplum.
Tacize, tecavüze, ranta, talana, katliamlara, savaşa, kadın cinayetlerine ve nefret saldırılarına karşı “hassasiyetleştirilmeyen” toplumu LGBTİ+’lar üzerinden “hassasiyetli” kılmaya çalışan AKP iktidarının asıl amacı nefreti örgütlemektir.
Ama Hilal Kaplan da, ÖSYM de, AKP de bilmelidir ki; AKP’den önce de biz ibneler vardık ve bu var olma mücadelesini veriyorduk, veriyoruz. Hiç kimse çıkıp da “Bu ülkede, LGBTİ+’ların yaşam haklarını AKP iktidarı tahsis etmiştir” demesin. Eğer tahsis edilen bir şey varsa oda mücadeledir. Stonewall’dan 2000’lere, oradan bugünlere kadar gelen ve bir kuşaktan diğer kuşağa aktarılan lubunya mücadelesidir ve onca yıl verdiğimiz mücadelenin kazanımları sonucunda bugün buradayız, her yerdeyiz. Eğer bir yaşam hakkını güvence altına almaktan bahsediliyorsa, bunu biz LGBTİ+’lar mücadelemiz ile kazandık. Bu güvencenin devamlılığını sağlayacak olan da AKP’nin keyfi değil, mücadelemizin sürekliliğidir.
Madam Anahit