Şahsiyet dizisi ve anlattıkları üzerine…
TV dizilerinin bu kadar sıradanlaştığı, cinsiyetçiliği, “kadın kadının kurdudur” şiarını sürekli işlediği bir dönemdeyiz. Şu sıralar yaz dizileri olsa da ekranda, geçtiğimiz tüm sezon boyunca “Ufak Tefek Cinayetler” ile kadınların nasıl bir nefretle, öfke ile birbirlerini “ufak tefek” cinayetlere kurban ettiklerini, “Siyah Beyaz Aşk” ile kadına ve doktorlara şiddetin nasıl meşrulaştırıldığını, “Sen Anlat Karadeniz” ile kadının kurtuluşunun başka bir aşkla, sevdiği bir başka erkekle sağlandığını, kurtuluş “iyi bir erkektir” görüşünün ne de sık işlendiğini, deyim yerinde ise başımızdan aşağı boca edildiğini gördük. Şimdi ise “yaz dizileri” ve zengin, yakışıklı erkeğe aşık olan güzel asistan kadınların dizileri sardı televizyon ekranlarını.
Ha tabii bir de son dönemde Türkiye’de yeni yeni “moda” olan internet dizileri var. Son dönemin modası dediğimize bakmayın, aslında TV ekranlarında çıkan dizilere göre daha nitelikli, daha keyifli denilebilir kimileri için. Daha az maliyetle sonuçlanması yönetmenler açısından da cezbedici. Elbette sosyal medyanın ve cep telefonlarının toplumun bu kadar yoğun meşgalesi haline geldiği bu dönemde dizilerin de, filmlerin de artık cep telefonunun o koca ekranlarından seyredilmesi bundan sonra daha fazla olağanlaşacak gibi görünüyor.
Neyse sezon dizileri, yaz dizileri derken bir arkadaşım aracılığıyla internet dizisi olan 12 bölümlük Şahsiyet dizisine başlayayım dedim.
Bu arada “Bu kadının da tüm işi yaz-kış dizi seyretmek… Oradan boşluk kalınca internete dadanmış herhalde” diyen fısıltıları duyar gibiyim. Valla televizyona çokta düşkün olmayan bir insan olarak arada bir seyretmeye çalıştığım televizyonu bir ahtapot gibi sarmış olan ve de 2 bölümünü seyrettiğinizde 2 sezonunun tüm bölümlerinin senaryosunu seyrettirecek denli birbirine benzeyen dizilerle ağzınıza kadar boğulmamak mümkün değil.
(Ha “hiç seyretme canım, aç bir kitap, bir gazete oku” da denebilir elbette… Valla onları da yapıyorum ama… Resmen kendimi savundurttunuz ya, biliyorum hepiniz gizli gizli o dizileri izleyip Oya’nın aslında “gizli bir psikopat” olduğunu düşünüyor ve “şu Eylül gelse de Çukur’un yeni sezonunu izlemeye başlasak diye gün sayıyorsunuz.)
Diziye dönersek; Haluk Bilginer ile Cansu Dere’nin başrolü paylaştığı net dizide çok sayıda “ünlü” ve iyi oyuncuları ismi bir arada bulmak mümkün. Şebnem Bozoklu, Metin Akdülger, Hüseyin Avni Dantal, Necip Memili gibi daha pek çok isim sayabiliriz, yönetmenliğini Onur Saylak’ın yaptığı dizide.
Görüntü kalitesinin çok yüksek olduğu Şahsiyet ilk başlarda sıradan olmayan iyi bir “seri katil” dizisine benzemektedir. Bir de minik minik toplumsal mesajlar var, o minik cümleleri duydukça bile izleyesi geliyor insanın, belki daha büyükleri vardır diyerek. Diğer taraftan o minik mesajlardan sonra filmi kaldırırlar mı diye düşünüyorsun. Bir izleyici olarak “seri katilin” cinayetler işlerken kan donduran serinkanlılığı ve bir o kadar “ustalığı” istemezseniz de sizi filme kaptırmaya yetiyor.
“Bomba patlıyor, 50 kişi ölüyor, kimsenin umrunda değil, tek tek ölünce mi paniğe kapılıyorsunuz”
O minik toplumsal mesajlara dönecek olursak, seri katilin cinayetlere süratle ve hiçbir iz bırakmadan devam etmesi ve polisin olayla ilgili gelişme kaydetmemesi ancak “Bir ipucu yakalanmadı mı daha” şeklindeki meraklı sorulara bir “yanıt” vermek zorunda olmasından kaynaklı “Her şey kontrol altında, soruşturma büyük bir titizlikle yürütülüyor” diyenlere karakterlerden gazeteci Ateş’in “Ne zaman bir polis soruşturma titizlikle yürütülüyor’ dese aslında hiçbir şey yapılmıyor demektir” yorumu tüm emniyet mensuplarını buz kesmeye yetiveriyor.
Bu gazeteci burjuva medyanın yaşanan katliamları unutturan haber tarzının kendini çürüten bir şey haline dönüştüğünü söylüyor ve bu soru ile aslında artık gerçeklerin arkasında durmaya karar veriyor. Ancak onu da bekleyen bir bedel var ne yazık ki. Diğer taraftan aynı sahnede TV başında polisin basın toplantısını izleyen katilimiz “Bomba patlıyor, 50 kişi ölüyor, kimsenin umrunda değil… Tek tek ölünce mi paniğe kapılıyorsunuz” yorumu başka bir ülke gerçeğine kapı aralamakta.
Peşi sıra gelen cinayetler ile kendinizi dizinin daha çok içinde bulmaya başlıyorsunuz. Bana kalırsa Cansu Dere’nin başarılı olan oyunculuğu size ilk sıralarda “iyi polis” rolünü düşündürtse de sonradan olayın iç yüzünün çok farklı olduğu ortaya çıkıyor. Cansu Dere Nevra ismi ile Şahsiyet’te yerini alıyor, Nevra’nın ismi cinayetlerin alanlarında çeşitli cümlelerle yer aldıkça düğüm Nevra’nın etrafında kitlenmeye başlıyor. Dizide erkek polislerin kadın polisler üzerinde kurduğu iktidar anlatılmaya çalışılmış ancak pek başarılı olduğu söylenemez. Erk-ek iktidarının nakış nakış işlendiği “nadide” polis teşkilatlarında, naif bir şekilde bu konunun işlenmesi ancak “yumuşak bir ölüm öpücüğü” soğukluğu yaratıyor.
Nevra’nın ortaya saçılan özel hayatına rağmen teşkilatın gözünden düşmemesinin nedenini filmin sonunda şefin yıllardır platonik bir şekilde ona bağımlı olmasıyla ilgisi olduğunu anlayınca başka bir nokta açığa çıkıyor. Tabii bu anlattıklarım sadece ufak detaylar. Esas olayın Haluk Bilginer yani seri katilimizin cinayetlerinin ortak noktasının Kambura’da düğümlenmesi…
Bir seri katil dizisi mi yoksa…
Cesetlerin üzerinde Nevra’ya iletilmek üzere yazılan mesajlar yoluyla ortaya toplu bir tecavüzü işaret ediyor gibi dursa da önceleri dikkatler bambaşka yerlere kaydırılmakta.
Dizinin en vurucu noktalarını anlatmak değil derdim ancak bir seri katil dizisi sandığımızdan çok daha farklı çıkıyor ve izlenmeyi dikkat çektiği “küçük” mesajların yanı sıra toplumdaki ikiyüzlü ahlak anlayışını ortaya koyması itibariyle izlenmeye değer hale geliyor. Bana sorarsanız seri katil sonuç olarak insan öldürüyor gibi görünse de bir çeşit “adalet” arayışı olarak öne çıkıyor. Tabii bu adalet arayışının adalete esas ihtiyaç duyan kadınlar tarafından olmaması ciddi bir sakatlık ama yine de bu mesajın dikkate değer bir yanı var. Olay şahsi mi, şahsiyetle mi ilgili ona izleyince karar verirsiniz artık.
Diziyi anlattığı olayı aktarmadan konusunu vermekte oldukça zor tabii. ancak şunu söyleyebiliriz, olay zaten son bölümde anlaşılıyor, son bölümde olay çözülünce ben de kadınların yaşadıklarına öyle ya da böyle dokunan bu yazıda son kısımdan girizgah yapmaya, detayları mümkün oldukça az vermeye özen gösterdim.
Görüntü kalitesi ve oyunları itibariyle kendini izleten bir dizi olmasının yanında verdiği mesajlar oldukça derinlikli ve düşündürücü olduğundan önerilesi bir dizi olmayı hak ediyor. Her tecavüzün, ister aile içinde isterse köyde-kasabada veya mahallede olsun mutlaka bir “bileni” daha vardır. Bu “bilen” kimi kez bu suça ortaktır, ondan susmaktadır; kimi kez “çaresizlikten”, kimi kez umursamazlıktan kimi kez ise en masum haliyle ikiyüzlü toplum anlayışından sonucu susma yolunu tercih etmiştir. Belki de dizinin en sarsıcı gerçeği budur. (Bir YDK’lı)